23 Ekim 2011 Pazar

KANADA İZLENİMLERİ - 2


İnce belli bardaktan çay içmek  çoğu anadolu insanı için ayrı bir zevk. Bende öyle yaptım. Yusuf’un ellinden çay içmekse çok daha farklı. Gurbette bir Türk görmek, dünyaya yeniden gelmek gibi desem çok mu abartmış olurum? Yusuf, bu kahvenin sahibinin oğlu. Burda  doğmus  büyümüş, iki dil bilir. Akkıllı bir genç. Derken Müfit abi de geldi işte. Bana evi tutan çorumlu abimiz, 65 yasında.  Bir gün evel bana telefon kartı alırken yardımcı olan kardesimiz, Aydin Bey de kahvede yerini almış. İlk defa Türk televizyonlarını izliyorum burada.

Kahve de hergün en az 20 kişi sabit oluyor. Okey, briç vs oynanıyor burada. Kanada’nın çilesini yıllarca çekmis bu insanlar oyun oynarken adeta kendilerinden geçiyor; masaya attıkları her iskambil kağıdında aslında kaderlerine de bir taş atıyor, gittikleri her okey ise kaderlerine karşı ayrı bir zafer.
Buraya gelipte sıkıntı yaşamayan yok gibi. Anadolu’dan, “Kanada’nın taşı toprağı altın” diye büyük umutlarla gelen bu vatandaşlarımızın gözlerinde ışık göremiyorum maalesef. Bir dokununca bin ah işitiyorsunuz. Eşini kaybeden, işini kaybeden, çocuklarını kaybeden, hapis yatan, aldatan, aldatılan,mühendis olarak gelip işçi olarak çalısan, ekonomi mezunu olup hurda toplayan, toz satan, toz alan…..Hepsi bir ayrı hikaye aslında. Ancak bütün bu inanlar sıkıntılarının ortak yanı ise ; Kanada hukuk sistemini yakından ve acı olarak tecrübe etmeleri:

Okula çağırılan aile fertleri, fransız öretmenin “siz kızınıza gece eve geç gelme diyerek baskı yapıyor muşsunuz, böyle giderse elinizden alırız” tehditiyle tepelerinden kaynar su akıtılanlar……
Kanada’ya geldigi ilk günlerde ailesini unutup, eğlence sektörüne dalarak gayri meşru yasayıp ailelerini ve parasını kaybedenler……..ve bir daha uzaktan dahi göremeyenler. Bu yüzden de kahve ahalisinin büyük bir kısmı bekar ve bir göz odada yasıyorlar.
Toz satarken yakalanıp hapislerde çürüyenler…….hala çıkamayanlar.
Sadece eşine bağırdığı için önce hapis yatıp, sonra aylarca mahkemelerde gezenler. Ardından da ruhsal bir bozukluk varmış gibi muamele görenler……..sonunda “söyle bakalım kadına nasıl davranılırmış” sorusuna muhatab olanlar.

Bilmem kaçıncı evliliğini de yürütememiş yaşlı insanlar……
Büyük umutlarla Tükiye’den evlenip buraya gelin getirecekken, aslında herşeyin Kanada’ya gelmek için bir oyun olduğunu anlayıp, hiç giyilmeyen gelinlik ve kullanılmayan eşyalarla başbaşa kalan damatlar….belkide hayatlarının sonuna kadar mutsuz kalacaklar….
Burada 3 yıl evli kalmak, mucize gibi diyor buradaki Türkler….

Doğrusu önceleri “Türk erkeği değil mi kim bilir ne yapmıştır karısına” diye düşünürken zamanla anladımki işler öyle değil. Bir bayan istedigi zaman eşini terk edebilir ve polise “ben artık kocamı görmek istemiyorum” diyebilir. Bu durumda eşinizin bir cm yanına bile yaklaşamazsınız. Bayanlara çok büyük haklar verilmiş. Kanada 50 dolarının üzerinde “women is person” yazıyor. Zannedersiniz ki herşey kadınlar için. Onların istekleri, sözleri kanun gibi. Hatta o kadar ki eğer “bir bayan arabasıyla gelip arabanıza çarpsa, bu durumda bile haklı olduğunuzu unutmanız gerekebilir” diyor burdaki Türkler.

Herşeyin, bayanların rahat etmesi prensibi üzerine kurulu olmasının önemli bir nededi; onların sahip oldukları doğurganlık özelliği. Nüfusun ne sekilde olursa olsun artması ve doğanların burada asimile edilmesi tek hedef. Eğer kız çocuğunuz varsa vatandaslık almanız daha kolay.

Türklerin yaşadığı sıkıntıların büyük bir kısmı daha çok sahipsizlikten kaynaklı. Dernekler maalesef tam örgütlenememiş. Gelen Türk vatandaşlarına ulaşılamamış. Gelenler zaten dil bilmez, hukuk bilmez. Anadolunun köyünden çıkıp gelmiş insanlar. Hukukla problem yaşamayan yok gibi. Şimdi öğrenmişler neyin ne olduğunu ama artık çok geç. Artık evlerine gittiklerinde kapıyı kendileri açıyor, bayramları bile unutmuşlar, ya da unutmak istiyorlar, hatırlanmadıklarını düşünmekse büyük ızdırap. Herkes kendi anılarının kıskacında, aciz ve olabildiğince yalnız.

Kaldırımda giderken gördüğünüz, kendi kendine konuşan insanların sayısı hiç de az değil. Çürüyen ceset kokusundan evinde öldüğü anlaşılan yaşlılar. Dünya  zevkleriyle çok erken yaşta tanışan ve bu yükü kaldıramayıp hayatlarına son veren gençler. Çok dindar görünen siyahlar. Belliki beyazlar, İncil’i nasıl sıkı tutacaklarını iyi öğretmiş.
****
Harun Bey’e söz verdim İstanbul’a gidersem boğaz köprüsüne çıkıp “Kanada senin…..” diye bağıracağım.
Keşke hepsine tek tek sarılsamda haykırarak bağırsam “ umudunuzu kaybetmeyin daha yapacak çok şey var” diye, bu zengin ama ruhsuz şehirde.
Keşke.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder